MUTLULUĞUN RESMİ: HAVANA

01-s.jpg

-Skylife dergisi, Kasım (2018) sayısında yer almıştır.

Nostaljik bir film setini andıran Havana’nın kapılarını bir bir araladığımda görüyorum ki; Kübalıların iyiliğe, koşulsuz mutluluğa olan inançları ve kentin müzikle yoğrulan bir yaşam enerjisi var.

Yıllardır biriktirdiğim kartpostallara bakıyor, ruhumu ısıtmak için Küba filmlerini tekrar tekrar izliyor, fotoğraflardan yansıyan mutlu gözlerle bakan insanların hikayelerini içten içe merak ediyordum. Bir gün, Hemingway’in “Yaşlı Adam ve Deniz” kitabını elime alıp yeniden okumaya başladığımda, içimde giderek büyüyen bir heyecan olduğunu fark ettim. Yazarın Havana’daki “Finca Vigia” evinin fotoğraflarında gözüme çarpan; bahçesinde duran teknesiyle açılıp yaşadığı maceraları, evinin önünde oğullarıyla beyzbol oynarken ona “Papa” yani “Baba” ismini takan Kübalı çocukları, Cojimar açıklarında tuttukları balıkları deniz tuzu ve koruk suyuna bulayıp yiyen balıkçıları bir bir gözümde canlandırıyordum. Sanki hepsi hayattalarmış gibi, beklemediğim bir anda karşıma çıkıp şarkılar söyleyeceklerini hayal ettiğim Buena Vista Social Club üyelerini ve sokaklarda göz göze gelip hiç tanımadığım halde merhabalaşacağım insanları da…  Zihnimde dönüp duran bu görüntüleri hayal etmek artık yetmiyordu. Biriktirdiklerimi hafızama kazıdım ve Küba’ya gitmeye karar verdim.

Güneşin, şehri kavurduğu bir öğle vakti Havana’ya varıyorum. Bu kente ilk kez ayak basmanın verdiği merak ve keşfetme arzusuyla, hızlıca bir taksiye atlayıp, şehrin en eski bölgesi olan Habana Vieja’ya doğru yola çıkıyorum. Üzerinde Che Guevara ve Camilo Cienfuegos kabartmaları olan binaların ve Jose Marti anıtının olduğu Plaza de la Revolucion’un yanından geçiyoruz. Yaşamı boyunca Kübalılar tarafından çok sevilen devrim liderlerinden Camilo’nun kabartması altında “Vas bien, Fidel” yazıyor. Halka yapılan konuşmaların birinde; Fidel’in arkasına dönüp “İyi gidiyor muyum Camillo?” sorusuna karşılık, Camilo’nun “İyi gidiyorsun.” anlamına gelen bu sözüne ve kabartmaya yansıyan gülen gözlerine bakarak, ben de gülümsüyorum. 19.YY’da verdiği Küba bağımsızlık mücadelesiyle “ulusal kahraman” olan, şiir ve yazılarıyla daima anılan Jose Marti ise daha ciddi ve düşünceli bir tavırla Havana’ya gelenleri karşılıyor. Heykelin ifadesine bakınca, Küba’nın bugünlere gelmesinin kolay olmadığını inceden inceye hissediyor insan.

03-s

05-s

06-s

07-s
Habana Vieja’da, “casa particular” deneyimini ilk kez yaşayacağım evin kapısını çalıyorum. Bu uygulama sayesinde önceden rezervasyon yaparak ayırttığınız “ev pansiyon”larda kalıyor; yerel yaşama yakından tanıklık ediyorsunuz. Kapı açıldığında, beni kocaman gülümsemesiyle ev sahibemiz Bianca ile utangaç bakışlarıyla “Hola!” diyerek el sallayan torunu karşılıyor. İkinci kata çıkıp, evi gezdikten sonra, Bianca bana balkonu ve ailesiyle yaşadığı bitişik daireyi göstererek; “Bir şeye ihtiyacın olursa, bana balkondan seslenebilirsin.” diyor. Balkondan etrafa baktığımda anlıyorum ki artık Havana’dayım!

Şehrin en eski bölgesi Habana Vieja’nın tatlı kaosu içinde gezinirken; zihnimdeki “tipik” Havana kapıları da bir bir aralanıyor. Hareket, ses ve renklerin iç içe geçtiği sokaklara hâkim olan o nostaljik duygunun baş rollerinde Kolonyal Dönem’den kalma yapılar ve müşteri bekleyen şık giyimli şoförleriyle klasik arabalar yer alıyor. İlerlediğimde, Hemingway’in “Çanlar Kimin İçin Çalıyor” romanını yazdığı Hotel Ambos Mundos’un önünde kalabalık bir turist grubuyla karşılaşıyorum. Boyunlarında kameralar asılı, sabırsızlıkla otele girmeyi bekliyorlar. Biraz ötede, Katedral Meydanı’nda guava suyu ve dondurma satan büfelerin önlerine toplanmış, göz göze geldiğimizde bana gülümseyen üniformalı öğrenciler, köşe başlarında bembeyaz elbiseleri içinde fal bakmayı bekleyen kadınlar ve içeriden müzik seslerinin geldiği bir kafenin önünde dans eden birkaç çift var. Kanımı harekete geçirip, bende dans etme isteği uyandıran bu melodiler, Afrika ve İspanyol esintili bir müzik türü olan; Son Cubano’yu günümüze taşıyor. Benim içinse o andan itibaren Havana’nın fon müziği oluyor. Bu müziği peşime takıp Kolonyal Müzesi’ni ve Wilfredo Lam Çağdaş Sanat Merkezi’ndeki sergileri geziyorum. Sonra da soluğu, bir mojito içmek için, en hareketli barlardan biri olan -zamanında da Hemingway’in sıkça uğradığı- La Bodeguita del Medio’da alıyorum.

08- Vedado-s

09- Vedado-s

Vedado bölgesine geldiğimde ise aradığım yerel tadı buluyorum. Burada hayat sokaklarda akıyor. Sanki evlerin kapıları sokaklara değil, sokaklar bir bir evlere açılıyor. Kapı önlerinde sohbet eden, birbirleriyle şakalaşarak domino oynayan, tezgahlarına meyveler dizili pazarın önünde sıraya giren insanlar, sokağın karşısında kapıları sonuna kadar açık bir evde televizyonda futbol maçı izleyen bir aile, yan dairede vantilatörün karşısına geçmiş bale figürleri çalışan iki küçük kız Kübalıların yaşamını birkaç kareyle özetliyor.

Burada geçirdiğim zamanda, Küba’nın Afrikalı kökenlerinden miras kalan çok renkliliğine yakından şahit oluyorum. Kadınların elbise ve aksesuarlarında, erkeklerin giydiği guayabera denilen geleneksel gömleklerinde, okul ve iş üniformalarında, dükkânların elle boyanmış tabelalarında ve duvar resimlerinde… Başımı nereye çevirsem farklı bir tonla karşılaşıyor, sanki bir gökkuşağı içerisinde geziyorum. Yüzüme bir tebessüm yerleşiyor. Karşılaştığım insanların bana nereden geldiğimi sormaları, “Merhaba” ve “Ülkemize hoşgeldin.” demeleri yaşama dair güzel olan duyguları gün yüzüne çıkarıyor.

10- Çocuk beyzbol-s

Yürürken, kendilerini beyzbol oyununa kaptırmış çocuklarla karşılaşıyorum. Onların neşeli koşuşturmaları şehrin ritmini daima canlı tutuyor. Kübalılar, futbol, bale ve müziğe de bayılıyorlar. Vedado’da bir sokağın köşesinde yer alan Cafe Sofia’da canlı müzik eşliğinde günü sonlandırırken, tanıştığım bir Kübalı sohbetimiz esnasında şöyle diyor: “Bizler, gelecekte çocuklarımızın sporcu, müzisyen veya doktor olmalarını isteriz.”

Havana’da yeni bir güne uyandığımda, kulağıma ilk olarak komşuların balkon sohbetleri geliyor. Konular televizyon dizilerinden markette indirime giren ürünlere, ülke gündeminden spora kadar uzanıyor. Patates satan seyyar satıcının bağırışlarına, silkelenen çamaşırlardan yükselen pat pat sesleri karışarak Havana’nın gündelik yaşamına ekleniyor. Bianca seslenince balkona çıkıyorum. Kızarmış yumurta, plantain (tatsız muz), kahve, süt, ananas, mango ve guava meyvelerinin olduğu tepsiyi uzatıyor. Bu kahvaltı zamanla Küba’ya gelen turistlerle şekillenmiş. Kübalılar ise sadece şekerli bir kahveyle güne başlıyorlar.

Kahvaltıyı ev ziyaretleri izliyor: Limon sarısına boyanmış Casa de la Obra Pía’nın Barok avlusunu, 26 Afrika ülkesinden getirilmiş eşyaların sergilendiği dev konak Casa de Africa’nın odalarını ve abidevi Capitolio’yu ziyaret ediyorum.

12- parkta beyzbol-s

Parque Central

Akşamüstü, Kübalı arkadaşım Ray ile şehrin kalbinin attığı Parque Central’e doğru yürüyoruz. Burada, hararetle bir şeyler tartışan bir grup gördüğümde şaşkınlığımı anlayan Ray, günün belli saatlerinde burada toplanan Havanalıların, beyzbol ve dünya gündemini konuşarak sosyalleştiklerini anlatıyor.

13- malecon-s

Şehri boydan boya geçen, Havanalıların iş çıkışlarında buluşup, bir araya geldikleri sahil yolu Malecon’da gün batımını karşılamaya hazırım. Sahilde balık tutanları gördüğümde, Hemingway’in inatçı ve yaşlı balıkçısı Santiago gözümde canlanıyor. Güneşin bütün şehri turuncuya boyadığı bu anlarda, renk renk arabalar batan güneşe doğru gidiyorlar. Kayalıklara oturmuş üç arkadaş gitar çalıp içinde “Küba” geçen şarkılar söylüyor. Kalabalıklaşan sahil yolunda, uzayan insan gölgeleri arasında gençler dans ediyor. Deniz kenarına geçip, kendimi kıyıdaki kayaları döven dalgaların sesine ve yavaşça koyulaşan ufkun görüntüsüne bırakıyorum. Jose Marti’nin dizeleri geliyor aklıma: “Açık gözle düş görüyorum, kah bir okyanus var karşımda. Sonsuz ve isyancı…” O andan itibaren beni çepeçevre saran mutluluğun resmi Malecon’da çiziliyor. İşte bu resim, bir gün beni bu kente yeniden çağıracak.

14- malecon-s
Unutulmaz kareler…
Centro Habana ve Vedado’nun sokaklarında, insanlar arasında hem gezip hem fotoğraf çekmek çok keyifli. Geniş bir meydan olan Plaza Vieja’da çeşme etrafını çevreleyen pastel tondaki kolonyal binalar en akılda kalıcı Havana karelerinden. El Museo de la Farmacia tarihi ve oldukça fotojenik bir eczane, günümüzde müze olarak da gelenlere açık. Ayrıca Malecon’da gün batımı esnasında klasik arabaların geçişi bu şehrin en unutulmaz kareleri arasında.

Sanat turu…
Havana’nın günümüz sanatçılarının sergilerine ev sahipliği yaptığı Fabrica de Arte Cubano (FAC) eski bir yağ fabrikasından dönüştürülmüş sanat ve etkinlik merkezi. Birkaç kata yayılmış sergileri gezdikten sonra, söyleşi ve seminerlere katılabilir, terasında müzik eşliğinde vakit geçirebilirsiniz.

Eğlence…
Havana’nın neredeyse her kafe-barında günün her saati canlı müzik bulmanız mümkün. Cafe Sofia bir çay bahçesini andıran küçük bir kafe; akşamüzeri canlı müzik oluyor. Bunun yanında geceleri bahçesinde salsa etkinlikleri yapılan Club 1830, günün her saati salsa ve son cubano tınılarının olduğu La Bodeguita del Medio, Bar Monserrate, El Floridita ve gece koltuklarına yayılıp mini barı önünde sahne şovlarını izlemek için Bar Sia Kira gözde mekanlar arasında.

Hediyelik eşya avı…
Size Küba’yı hatırlatacak kağıt hamurundan yapılma bebekler, arabalar, ahşap oyma heykeller ve Havana sokaklarını resmeden tablolar alabilirsiniz. Bu hediyelikler Calle Obispo’nun dükkanlarında sıkça karşınıza çıkacak. Ayrıca pamuklu renkli kumaşlardan yapılan “guayabera” geleneksel gömlekler ve dantel işlemeli elbiseler bu kültüre özgü güzel seçenekler arasında.


14-s

19-s

20-s

Yorum bırakın